9 Haziran 2013 Pazar

Bektaşilik



Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu kabul edilen tarikat.
Bektaşilik, melâmetten doğmuş tarikatlardandı. Mürşit olarak Hz. Muhammed’i rehber olarak Hz. Ali’yi ve pir olarak Hacı Bektaş Veli’yi tanıyan ve tamamen Bâtıni olan tarikattır. On iki esas tarikattan biri olan Bektaşiliğin, XIII. yy. da Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş Veli (1210-1271) tarafından kurulduğu kabul edilir. Fakat Hacı Bektaş’ın doğrudan doğruya tarikat kurucusu olduğunu gösteren kesin belgeler yoktur. Mevlana’nın çağdaşı olan Hacı Bektaş, Selçuklular aleyhindeki büyük bir isyanın başına geçip sonunda Amasya’da asılan Baba İlyas’ın halifesi Baba İshak’a mensuptu. Hacı Bektaş, babailerdendi (veya babalılardan) ve Vefaiyye tarikatındandı. Babai isyanının Selçuklular tarafından kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra Hacı Bektaş, sağ kalan Babaileri çevresine topladı ve daha sonra Bektaşilik diye anılacak olan yeni bir tarikatın esasını meydana getirmeğe çalıştı. Kendisine uyanlara da Bektaşiler veya Bektaşlılar denildi ve sonradan tarikatın sağlam temeller üzerine kuruluşunda bunun büyük bir etkisi oldu. Aslında bir Babai halifesi olan Hacı Bektaş’ın yaşadığı devirdeki Babailere veya ilk Bektaşilere ait fazla bilgi yoktur. Bektaşi erkânını anlatan ve Erkânnâme adı verilen risalelerin en eskisi ancak XVI. yy.a aittir. Hacı Bektaş Veli’nin Makalât adlı arapça eseri henüz ele geçmiş değildir. Fakat XIV.yy.a ait bulunan ve kimin olduğu bilinmeyen bir eserde Makalât özetlenmekte ve hırka, sakalık erkânı, miyanbestelik, dört tekbir, gülbank, named ve Bektaşiliğe ait diğer bilgileri derleyen parçalar bulunmaktadır. Yine bu eserde, Said Emre’nin Makalât tercümesinde bulunan bir şiiri de yer almakta ve ilk Bektaşi erkânı hakkında, fazla önemi olmasa da bazı bilgiler bulunmaktadır. Bu risalenin bazı parçaları, Bışati’nin Şah Tahmasb (1524-1576) devrinde yazdığı Menâkıb’ül Esrâr Behçet-ül-Ahrâr (Sırların Menkıbeleri, Hürlerin Güzelliği) adlı eserine de alınmıştır. Buradan anlaşıldığına göre ilk Bektaşiler erkânda Aleviliğe aşırı derecede meyilli idiler ve aynı zamanda Ahilerin erkânına da yakındılar. Bu da Bektaşiliğin, kuruluşundan beri, Ahiliğin etkisi altında kaldığını gösteriyor. Tarihi kaynaklar, Bektaşiliğin Abdalân’ı Rum (Rum Abdalları ) denilen zümre ile ilk zamanlardan beri ilgili olduğunu da gösteriyor. Hatta Bektaşilere bektaşı abdalları denildiği de olmuştur. Bektaşi Velâyetnâme’si de (yazılış tarihi 1440-1441) Anadolu Ahilerinin piri Ahi Evren ile Hacı Bektaş arasındaki münasebetlerden bahseder.
Bektaşiliğin, Kalenderiyye ile de ilgisi bulunduğu açıktır. Hacı Bektaş’ın kendisine uyanların serpuşlarını tekbirlediğini, safa- nazar ettiği, hırka giydirdiği ve biat töreninde saçlarını tamamen tıraş ettirdiği Velâyatnâme’de yazılıdır. Yani Kalenderiyye’nin amacı olan çar-darb olma hali Bektaşilikte de vardır. Halil Vahdeti Dedebaba (öl.1650), Hacı Bektaş’ı öven bir terci-i bendindeki: Çar-darb ile anındır ve elif ü tigu tıraş /Ser ü riş ile bürüt oldu dilâ hem dahi taç beyti ile Bektaşilikteki çar-darb olma halini haber verir. Kaygusuz Abdal da bir nefesinde aynı şeyi ifade eder:
Sakalımla başımı
Bıyığımla kaşımı
Hak onara işimi
Bu sakalı kırkaram
Menakıb-ı Hâce-i Cihân ve Netice-i Can (Hacı Bektaş’ın Menkıbeleri ve Can Neticesi) eserinden de anlaşıldığına göre Abdallar, Kalenderiler, Haydariler, Câmiler, Edhemiler ve Semsiler, inanç, gelenek ve şekil bakımından Bektaşilere yakındırlar. Bu yakınlık, XVII. y.y ın sonlarına doğru bütün bu zümrelerin bektaşilik tarafından temsil edilmesiyle sonuçlandı. Böylece Bektaşilik bu Batıni inanış yollarının hepsini içinde toplamış oldu.
Bektaşilik tarihinin ikinci devresi Balım Sultan diye tanınan Hızır Balı (öl.1516) ile başladı. Bektaşiler bu şahsı ikinci pir olarak tanırlar ve bektaşi erkânın onun tarafından vaz’edildiğini kabul ederler. Balım Sultan’dan itibaren Bektaşilik, evli babalar ile evli olmayan (mücerret) babalar tarafından temsil edilmeye başlandı. Mücerret dervis ve babalar, kendilerini bu tarikata tamamen adamış insanlardı. Bunların sağ kulak memelerinin delindiğini ve kulaklarına demir veya bakırdan yapılmış mengüş denen bir halka takıldığını görüyoruz. Velâyatnâme ve bektaşi silsilesine göre, Balım Sultan Hacı Bektaş’tan sonra gelen çelebilerdendi. Çelebiler, Hacı Bektaş’ın kendisine kız evlat edindiği Hatun Ana’nın oğullarıdır. Hacı Bektaş ile Balım Sultan arasında dört çelebi daha vardı. Balım Sultan’ın ölümünden sonra çelebiliğe kardeşi Kalender geçti. Kalender Çelebi, Kanuni Süleyman devrinde ikinci bir babai isyanı tertiplediği için öldürüldü (1528-1529). Bu yüzden Bektaşilik bir süre manevi nüfuzunu kaybetti. Kalender Çelebinin öldürülmesinde 23 yıl sonra (1552) Bektaşilikte çelebilik ile birlikte bir de dedebaba lık görülüyor. Bu makam, Balım Sultan’ın dervişlerinden Sersem Ali Baba tarafından kuruldu ve böylece tarikatın başına dedebaba lar geçmeye başladı. Bu usulün Mevlevilik tesiriyle meydana geldiği söylenebilir. Böylece XVI. yy.dan itibaren Bektaşiliğin merkezi otoritesi ikiye ayrıldı. Zaten Balım Sultanın kurduğu erkân, Aleviler ile Bektaşileri ayırmışken bu sefer de çelebilik ve dedebabalık makamları bu ayrılığı tamamladı. Çelebilerle dedebabaların arası bazen iyi gitmiş, bazen de açılmıştır. Bu arada, çelebilik makamına geçenler aynı zamanda dedebabadan bir de bektaşi halifeliği almak mecburiyetini duydular. Basit ve oldukça hurafeli inançları olan ve doğrudan doğruya İran safevilerinin tesirine kapılan, bu yüzden de Osmanoğullarını meşrü hükümdar tanımayan aleviler, çelebilere ve dedelere uydular, yani ilk usulü bozmadılar. Bektaşiler ise bunları aralarına almadılar ve asıl kendilerini Hacı Bektaş tarikatı mensubu saydılar.
Osmanlı imparatorluğunda yeniçeri isyanında Bektaşiler de yeniçerilere yardım ettikleri için Sultan II. Mahmut Yeniçeriliği kaldırdığı zaman Bektaşiliği de yasak etti (1826). Önde gelen Bektaşi babaları asıldı ve sürüldü. Bektaşi tekkelerinin yeni yapılmış olanları yıktırıldı, eski tekkelere de nakşi şeyhleri tayin edildi. Fakat bütün bu sert tedbirlere rağmen bektaşiler, taçlarının üzerine fes giydiler ve birçoğu da nakşiye’den icazetname alarak bektaşi tekkelerine şeyh olmanın kolayını buldular. II. Mahmut devrinden sonra bu hüküm unutuldu, fakat Bektaşilik resmen nakşibendiye’nin bir şubesi sayıldı. Son zamanlarda çelebilerden Ahmet Cemalettin Çelebi’nin babalarla arası açıldı. Bu yüzden kendisinin, Hacı Bektaş’ın yalnız manevi değil aynı zamanda sulbi oğlu olduğunu iddia etti ve alevilerin arasına gönderdiği vekilleri ile onların bir kısmını dedebabalardan ayırdı. Bu sebepten dolayı Bektaşilik bölündü. Türkiye’de tekkelerin kapatılmasından ve tarikatların ilgasından sonra (4 eylül 1925 ) aynı icraat Suriye’de de yapıldı. Böylece Bektaşilik yalnız Mısır’da ve özellikle Arnavutluk’ta resmi mahiyette kaldı.
Bektaşilikte teşkilat
Bektaşilikte beş derece vardır. Sırası ile: muhip, derviş, baba, mücerret ve halife. Bektaşilerden iki tanesinin kefaletiyle tarikattan nasip alan, yani bir babaya intisap eden kişiye muhip denir. Muhipler yalnız muhip ayin-i cem’i ile ölü ayin-i cem’ine girebilirler.
Muhiplerden derviş olmak isteyen, dervişliğe ikrar verir ve bir tekkeye girer. Orada bir müddet arakiye ile hizmet eder. Dervişliğe layık olduğu anlaşılınca dervişlik ayin-i cem’i yapılır ve kendisine dervişlik tacı giydirilir.
Babalık, Bektaşilikte üçüncü derecedir. Ehliyeti olan dervişe, halife tarafından icazet verilirse tacının üstüne sarık sarabilir ve böylece babalık makamına geçebilir. Muhip ve derviş yetiştirebilir, fakat bir dervişe babalık veremez. Babalık vermek yetkisi sadece, bektaşilerin en büyüğü olan halifeye aittir. Babalar, peygamber soyundansa yeşil, değilse beyaz sarık sararlar.
Mücerretlik, Bektaşilikte dördüncü derecedir. Evlenmemiş bir derviş yahut baba, mücerretliğe ikrar verir. Kalenderiyye’den geçmiş olan tıraş erkânı ile tıraş edilir, sağ kulağı delinerek mengüş, yani küpe takılır ve bu suretle mücerretlik makamına geçirilmiş olur. Mücerretlik ayin-i cem’ine mücerretlerden başka hiç kimse giremez. Mücerretler evlenemezler ve ömürleri boyunca kendilerini tarikata adamış sayılırlar. Mücerretlik ayini önceleri yalnız Hacı Bektas dergâhında, Balım Sultan türbesinde ve Kerbela tekkesinde yapılırdı. Son zamanlarda Merdivenköyünde de yaptı.
Halifelik, Bektaşiliğin beşinci derecesidir. Halife, bektaşilerin en büyüğüdür. Taçlarının üstüne siyah sarık sararlar. Herhangi bir baba, halifelik makamlarından birine başvurduğu zaman isteği kabul edilirse veya buna lüzum görülürse kendisine halifelik icazeti, çırağ, tuğ, âlem ve sofra verilirdi. Muhiplik, dervişlik, babalık ve mücerretlik ayin-i cemlerinde bir kurban kesilmesine karşılık, hilafet ayin-i ceminde usule uyularak kırk kurban kesilirdi. Fakat son zamanlarda kurbansız nasip verenler ve hilafet kurbanını bire indirenler de oldu. Bektaşilerde önceleri dört halife varken, sonraları bu usul de bozuldu. Bektaşilerde, aynı zamanda üç mücerret baba, müşterek ve imzalı icazetname ile bir babayı halife yapabilirdi.
Bektaşi inancı: Bektaşiler Caferi mezhebindendir. Kendilerinde Ehl-i Beyt sevgisi çok kuvvetlidir. Bektaşilere göre Ali, Allah’ın zuhuru, miraç ise Hz. Muhammed’in Ali’ye intisap etmesidir. Bektaşiler sabah ve akşam on iki imama salâvat getirir ve na’t-i Ali okurlar. Muharrem ayında on gün su içmezler. Muharremlerden sonra babaya baş okuturlar, yeni bir yıllık günahtan temizlenirler. Ali’nin doğum günü saydıkları Nevruz’u kutlar ve üç gün süt içerler. Birbirleri ile sohbet edip dem çekerler, nefes okurlar, saz çalıp dinlerler. Bütün bunlar onlara göre ibadettir. Bektaşilerde ahlak, verilen söze dayanır. Bu da elin tek, belin berk tut sözünden ibarettir. Onlara göre kendini bilene atasının kanı helal, bilmeyene anasının sütü haram, idi. Çoğu da tenasüh nazariyesine inanırdı. Tasavvuf ile fazla bağdaşmayan Bektaşilik, daha çok dünyevi bir düşünüş, bir neşve idi.
Bektaşi edebiyatı: Bektaşiliğin türk edebiyatı üzerinde pek geniş ve pek olumlu etkileri vardır. Bektaşiler, aslında türk vezni olan hece veznini benimsemişler ve halka halk diliyle hitap etmişlerdir. İçlerinde okumuş olanları bazen aruz veznini de kullandılar. Bektaşi şiirleri, halk edebiyatının en önemli kaynakları arasındadır. XIII. yy.da Said Emre ile başlayan Bektaşi edebiyatı, XV. yy.da Kaygusuz Abdal gibi çok büyük bir şair yetiştirdi. XVI. yy.da Hatayi (Şah İsmail-i Safevi), daha sonra Pir Sultan Abdal ve onun müridi olan Kul Himmet, bu edebiyatın en büyük şairleri arasındadır. Bektaşi edebiyatı, zamanımıza kadar gelmiş ve birçok değerli şair yetiştirmiştir. Ehl-i Beyte karşı sevgi göstermek, taassup ve yobazlık ile alay etmek, bektaşi gelenek ve düşüncelerinden bahsetmek, bu orijinal edebiyatın belli başlı konularıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder