Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu kabul edilen tarikat.
Bektaşilik, melâmetten doğmuş tarikatlardandı. Mürşit olarak
Hz. Muhammed’i rehber olarak Hz. Ali’yi ve pir olarak Hacı Bektaş Veli’yi
tanıyan ve tamamen Bâtıni olan tarikattır. On iki esas tarikattan biri olan
Bektaşiliğin, XIII. yy. da Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş Veli (1210-1271)
tarafından kurulduğu kabul edilir. Fakat Hacı Bektaş’ın doğrudan doğruya
tarikat kurucusu olduğunu gösteren kesin belgeler yoktur. Mevlana’nın çağdaşı
olan Hacı Bektaş, Selçuklular aleyhindeki büyük bir isyanın başına geçip
sonunda Amasya’da asılan Baba İlyas’ın halifesi Baba İshak’a mensuptu. Hacı
Bektaş, babailerdendi (veya babalılardan) ve Vefaiyye tarikatındandı. Babai
isyanının Selçuklular tarafından kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra Hacı
Bektaş, sağ kalan Babaileri çevresine topladı ve daha sonra Bektaşilik diye
anılacak olan yeni bir tarikatın esasını meydana getirmeğe çalıştı. Kendisine
uyanlara da Bektaşiler veya Bektaşlılar denildi ve sonradan tarikatın sağlam
temeller üzerine kuruluşunda bunun büyük bir etkisi oldu. Aslında bir Babai
halifesi olan Hacı Bektaş’ın yaşadığı devirdeki Babailere veya ilk Bektaşilere
ait fazla bilgi yoktur. Bektaşi erkânını anlatan ve Erkânnâme adı verilen
risalelerin en eskisi ancak XVI. yy.a aittir. Hacı Bektaş Veli’nin Makalât adlı
arapça eseri henüz ele geçmiş değildir. Fakat XIV.yy.a ait bulunan ve kimin
olduğu bilinmeyen bir eserde Makalât özetlenmekte ve hırka, sakalık erkânı,
miyanbestelik, dört tekbir, gülbank, named ve Bektaşiliğe ait diğer bilgileri
derleyen parçalar bulunmaktadır. Yine bu eserde, Said Emre’nin Makalât
tercümesinde bulunan bir şiiri de yer almakta ve ilk Bektaşi erkânı hakkında,
fazla önemi olmasa da bazı bilgiler bulunmaktadır. Bu risalenin bazı parçaları,
Bışati’nin Şah Tahmasb (1524-1576) devrinde yazdığı Menâkıb’ül Esrâr
Behçet-ül-Ahrâr (Sırların Menkıbeleri, Hürlerin Güzelliği) adlı eserine de
alınmıştır. Buradan anlaşıldığına göre ilk Bektaşiler erkânda Aleviliğe aşırı
derecede meyilli idiler ve aynı zamanda Ahilerin erkânına da yakındılar. Bu da
Bektaşiliğin, kuruluşundan beri, Ahiliğin etkisi altında kaldığını gösteriyor.
Tarihi kaynaklar, Bektaşiliğin Abdalân’ı Rum (Rum Abdalları ) denilen zümre ile
ilk zamanlardan beri ilgili olduğunu da gösteriyor. Hatta Bektaşilere bektaşı
abdalları denildiği de olmuştur. Bektaşi Velâyetnâme’si de (yazılış tarihi
1440-1441) Anadolu Ahilerinin piri Ahi Evren ile Hacı Bektaş arasındaki
münasebetlerden bahseder.
Bektaşiliğin, Kalenderiyye ile de ilgisi bulunduğu açıktır.
Hacı Bektaş’ın kendisine uyanların serpuşlarını tekbirlediğini, safa- nazar
ettiği, hırka giydirdiği ve biat töreninde saçlarını tamamen tıraş ettirdiği
Velâyatnâme’de yazılıdır. Yani Kalenderiyye’nin amacı olan çar-darb olma hali
Bektaşilikte de vardır. Halil Vahdeti Dedebaba (öl.1650), Hacı Bektaş’ı öven
bir terci-i bendindeki: Çar-darb ile anındır ve elif ü tigu tıraş /Ser ü riş
ile bürüt oldu dilâ hem dahi taç beyti ile Bektaşilikteki çar-darb olma halini
haber verir. Kaygusuz Abdal da bir nefesinde aynı şeyi ifade eder:
Sakalımla başımı
Bıyığımla kaşımı
Hak onara işimi
Bu sakalı kırkaram
Menakıb-ı Hâce-i Cihân ve Netice-i Can (Hacı Bektaş’ın
Menkıbeleri ve Can Neticesi) eserinden de anlaşıldığına göre Abdallar,
Kalenderiler, Haydariler, Câmiler, Edhemiler ve Semsiler, inanç, gelenek ve
şekil bakımından Bektaşilere yakındırlar. Bu yakınlık, XVII. y.y ın sonlarına
doğru bütün bu zümrelerin bektaşilik tarafından temsil edilmesiyle sonuçlandı.
Böylece Bektaşilik bu Batıni inanış yollarının hepsini içinde toplamış oldu.
Bektaşilik tarihinin ikinci devresi Balım Sultan diye
tanınan Hızır Balı (öl.1516) ile başladı. Bektaşiler bu şahsı ikinci pir olarak
tanırlar ve bektaşi erkânın onun tarafından vaz’edildiğini kabul ederler. Balım
Sultan’dan itibaren Bektaşilik, evli babalar ile evli olmayan (mücerret)
babalar tarafından temsil edilmeye başlandı. Mücerret dervis ve babalar, kendilerini
bu tarikata tamamen adamış insanlardı. Bunların sağ kulak memelerinin
delindiğini ve kulaklarına demir veya bakırdan yapılmış mengüş denen bir halka
takıldığını görüyoruz. Velâyatnâme ve bektaşi silsilesine göre, Balım Sultan
Hacı Bektaş’tan sonra gelen çelebilerdendi. Çelebiler, Hacı Bektaş’ın kendisine
kız evlat edindiği Hatun Ana’nın oğullarıdır. Hacı Bektaş ile Balım Sultan
arasında dört çelebi daha vardı. Balım Sultan’ın ölümünden sonra çelebiliğe
kardeşi Kalender geçti. Kalender Çelebi, Kanuni Süleyman devrinde ikinci bir
babai isyanı tertiplediği için öldürüldü (1528-1529). Bu yüzden Bektaşilik bir
süre manevi nüfuzunu kaybetti. Kalender Çelebinin öldürülmesinde 23 yıl sonra
(1552) Bektaşilikte çelebilik ile birlikte bir de dedebaba lık görülüyor. Bu
makam, Balım Sultan’ın dervişlerinden Sersem Ali Baba tarafından kuruldu ve
böylece tarikatın başına dedebaba lar geçmeye başladı. Bu usulün Mevlevilik
tesiriyle meydana geldiği söylenebilir. Böylece XVI. yy.dan itibaren
Bektaşiliğin merkezi otoritesi ikiye ayrıldı. Zaten Balım Sultanın kurduğu
erkân, Aleviler ile Bektaşileri ayırmışken bu sefer de çelebilik ve dedebabalık
makamları bu ayrılığı tamamladı. Çelebilerle dedebabaların arası bazen iyi
gitmiş, bazen de açılmıştır. Bu arada, çelebilik makamına geçenler aynı zamanda
dedebabadan bir de bektaşi halifeliği almak mecburiyetini duydular. Basit ve
oldukça hurafeli inançları olan ve doğrudan doğruya İran safevilerinin tesirine
kapılan, bu yüzden de Osmanoğullarını meşrü hükümdar tanımayan aleviler, çelebilere
ve dedelere uydular, yani ilk usulü bozmadılar. Bektaşiler ise bunları
aralarına almadılar ve asıl kendilerini Hacı Bektaş tarikatı mensubu saydılar.
Osmanlı imparatorluğunda yeniçeri isyanında Bektaşiler de
yeniçerilere yardım ettikleri için Sultan II. Mahmut Yeniçeriliği kaldırdığı
zaman Bektaşiliği de yasak etti (1826). Önde gelen Bektaşi babaları asıldı ve
sürüldü. Bektaşi tekkelerinin yeni yapılmış olanları yıktırıldı, eski tekkelere
de nakşi şeyhleri tayin edildi. Fakat bütün bu sert tedbirlere rağmen
bektaşiler, taçlarının üzerine fes giydiler ve birçoğu da nakşiye’den
icazetname alarak bektaşi tekkelerine şeyh olmanın kolayını buldular. II.
Mahmut devrinden sonra bu hüküm unutuldu, fakat Bektaşilik resmen
nakşibendiye’nin bir şubesi sayıldı. Son zamanlarda çelebilerden Ahmet
Cemalettin Çelebi’nin babalarla arası açıldı. Bu yüzden kendisinin, Hacı
Bektaş’ın yalnız manevi değil aynı zamanda sulbi oğlu olduğunu iddia etti ve
alevilerin arasına gönderdiği vekilleri ile onların bir kısmını dedebabalardan
ayırdı. Bu sebepten dolayı Bektaşilik bölündü. Türkiye’de tekkelerin
kapatılmasından ve tarikatların ilgasından sonra (4 eylül 1925 ) aynı icraat
Suriye’de de yapıldı. Böylece Bektaşilik yalnız Mısır’da ve özellikle
Arnavutluk’ta resmi mahiyette kaldı.
Bektaşilikte teşkilat
Bektaşilikte beş derece vardır. Sırası ile: muhip, derviş,
baba, mücerret ve halife. Bektaşilerden iki tanesinin kefaletiyle tarikattan
nasip alan, yani bir babaya intisap eden kişiye muhip denir. Muhipler yalnız
muhip ayin-i cem’i ile ölü ayin-i cem’ine girebilirler.
Muhiplerden derviş
olmak isteyen, dervişliğe ikrar verir ve bir tekkeye girer. Orada bir müddet
arakiye ile hizmet eder. Dervişliğe layık olduğu anlaşılınca dervişlik ayin-i
cem’i yapılır ve kendisine dervişlik tacı giydirilir.
Babalık,
Bektaşilikte üçüncü derecedir. Ehliyeti olan dervişe, halife tarafından icazet
verilirse tacının üstüne sarık sarabilir ve böylece babalık makamına geçebilir.
Muhip ve derviş yetiştirebilir, fakat bir dervişe babalık veremez. Babalık
vermek yetkisi sadece, bektaşilerin en büyüğü olan halifeye aittir. Babalar,
peygamber soyundansa yeşil, değilse beyaz sarık sararlar.
Mücerretlik,
Bektaşilikte dördüncü derecedir. Evlenmemiş bir derviş yahut baba, mücerretliğe
ikrar verir. Kalenderiyye’den geçmiş olan tıraş erkânı ile tıraş edilir, sağ
kulağı delinerek mengüş, yani küpe takılır ve bu suretle mücerretlik makamına geçirilmiş
olur. Mücerretlik ayin-i cem’ine mücerretlerden başka hiç kimse giremez.
Mücerretler evlenemezler ve ömürleri boyunca kendilerini tarikata adamış
sayılırlar. Mücerretlik ayini önceleri yalnız Hacı Bektas dergâhında, Balım
Sultan türbesinde ve Kerbela tekkesinde yapılırdı. Son zamanlarda
Merdivenköyünde de yaptı.
Halifelik, Bektaşiliğin
beşinci derecesidir. Halife, bektaşilerin en büyüğüdür. Taçlarının üstüne siyah
sarık sararlar. Herhangi bir baba, halifelik makamlarından birine başvurduğu
zaman isteği kabul edilirse veya buna lüzum görülürse kendisine halifelik
icazeti, çırağ, tuğ, âlem ve sofra verilirdi. Muhiplik, dervişlik, babalık ve
mücerretlik ayin-i cemlerinde bir kurban kesilmesine karşılık, hilafet ayin-i
ceminde usule uyularak kırk kurban kesilirdi. Fakat son zamanlarda kurbansız nasip
verenler ve hilafet kurbanını bire indirenler de oldu. Bektaşilerde önceleri
dört halife varken, sonraları bu usul de bozuldu. Bektaşilerde, aynı zamanda üç
mücerret baba, müşterek ve imzalı icazetname ile bir babayı halife yapabilirdi.
Bektaşi inancı:
Bektaşiler Caferi mezhebindendir. Kendilerinde Ehl-i Beyt sevgisi çok kuvvetlidir.
Bektaşilere göre Ali, Allah’ın zuhuru, miraç ise Hz. Muhammed’in Ali’ye intisap
etmesidir. Bektaşiler sabah ve akşam on iki imama salâvat getirir ve na’t-i Ali
okurlar. Muharrem ayında on gün su içmezler. Muharremlerden sonra babaya baş
okuturlar, yeni bir yıllık günahtan temizlenirler. Ali’nin doğum günü
saydıkları Nevruz’u kutlar ve üç gün süt içerler. Birbirleri ile sohbet edip
dem çekerler, nefes okurlar, saz çalıp dinlerler. Bütün bunlar onlara göre
ibadettir. Bektaşilerde ahlak, verilen söze dayanır. Bu da elin tek, belin berk
tut sözünden ibarettir. Onlara göre kendini bilene atasının kanı helal,
bilmeyene anasının sütü haram, idi. Çoğu da tenasüh nazariyesine inanırdı.
Tasavvuf ile fazla bağdaşmayan Bektaşilik, daha çok dünyevi bir düşünüş, bir
neşve idi.
Bektaşi edebiyatı:
Bektaşiliğin türk edebiyatı üzerinde pek geniş ve pek olumlu etkileri
vardır. Bektaşiler, aslında türk vezni olan hece veznini benimsemişler ve halka
halk diliyle hitap etmişlerdir. İçlerinde okumuş olanları bazen aruz veznini de
kullandılar. Bektaşi şiirleri, halk edebiyatının en önemli kaynakları
arasındadır. XIII. yy.da Said Emre ile başlayan Bektaşi edebiyatı, XV. yy.da
Kaygusuz Abdal gibi çok büyük bir şair yetiştirdi. XVI. yy.da Hatayi (Şah
İsmail-i Safevi), daha sonra Pir Sultan Abdal ve onun müridi olan Kul Himmet,
bu edebiyatın en büyük şairleri arasındadır. Bektaşi edebiyatı, zamanımıza
kadar gelmiş ve birçok değerli şair yetiştirmiştir. Ehl-i Beyte karşı sevgi
göstermek, taassup ve yobazlık ile alay etmek, bektaşi gelenek ve
düşüncelerinden bahsetmek, bu orijinal edebiyatın belli başlı konularıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder