Ali’yi diğer sahabeden ve üç halifeden üstün tutan mezhep ve
buna bağlı tarikatların ortak adı.
Hz. Muhammed’den sonra, halifelik ve imamlık makamına
Ebubekir’in değil, Ali’nin geçmesini savunanlara, Ebubekir’in
halifeliğini(imamlığını) kabul edenler “Ali’ye mensup”, inancı bakımından “Ali
taraflısı” anlamına alevi dediler. Alevilik, halifelikte Ali’nin hakkının
yendiğini, Ebubekir’in halife seçilmesinin Hz. Muhammed’in yoluna ve şahsına
ihanet olduğu iddiasını yansıtır. Aleviler, Ali’nin halifeliği için birçok
sebep öne sürüyorlardı. Onlara göre Ali, peygamberin tabii olarak varisiydi. Her
şeyden önce, Müslümanlığı ilk kabul eden oydu. Hz. Muhammed’in amcasının
oğluydu. Damadıydı. İslam savaşlarının kahramanıydı. Yaşadığı sürece Hz.
Muhammed’in en yakın yardımcısıydı. Onun bütün işlerine bakardı. Hz. Muhammed
Ali’ye olan sevgisini, güvenini birçok hadisinde bildirerek dolaylı bir şekilde
kendisinden sonra Ali’nin imam olması gerektiğini ümmetine bildirmişti. Bu
görüşe inananlar Ali’nin yerine imamlığa Ebubekir’in sonra da Ömer’in ve
Osman’ın getirilmesini Hz. Muhammed’in yoluna aykırı ve batıl kabul ettiler.
“Batıl” (şeriat kurallarına, peygamber sünnetine uygun olmayan) ile savaşmayı
bir din görevi saydılar. Aleviler, Ali’de öbür halifelerde bulunmayan bazı tanrısal
nitelikler ve özellikler olduğuna inanıyorlardı. Bu görüşü ve inancı ileri
götürerek, Tanrı’nın Ali’nin varlığında insan suretinde görünüş alanına
çıktığını, onun bir tanrı-insan olduğunu söyleyenler bile çıktı. Bunlara
Ali-Allahiler dendi. Onlara göre Ali ve Ali soyundan gelenler (On iki imam)
kutsaldı. Uluhiyet hulul yoluyla Ali’nin varlığına karışmıştı. Bu görüş, bir
yandan İslam dini, içinde değişik inanç gruplarının doğmasına öte yandan
birtakım siyasi ayrılık ve birleşmelere yol açtı.
Ali’nin ölümünden sonraki gelişmeler, özellikle Kerbela
olayı, Hüseyin’in öldürülmesi, alevi topluluğunun siyasi bir görüş çevresinde
toplanmasına yol açtı. Sonraları Şia(Şiilik) adını alan ve daha çok İran’da
gelişen alevi mezhebinin özünü besleyen, bu olaylar zinciri oldu. Alevilik,
İran’dan gelen eski din görüşleriyle karıştı. İslam dininin doğuşu karşısında
eski dinlerinin zamanla sarsılacağını, İslam ordularının ilerlemesi, bazı doğu
ülkelerini ele geçirmesi sonucu bağımsızlığını kaybedeceğini anlayan İranlılar
İslamlığın içinde doğan ve gelişen bu görüşü eski din ve siyasetleriyle
kaynaştırarak benimsediler. Bundan alevi inancının üç önemli dalından biri olan
şii(şia) kolu doğdu. Alevi inancı bu ad altında İran’da hızla gelişti. Kısa bir
süre içinde yeni bir mezhep niteliği kazandı. Bu inanca ruhun bedenden bedene
geçişini (tenasuh) kabul eden hint inançları da İran etkisiyle karıştı. Alevi
inançları bir yandan eski Anadolu’ya, bir yandan Hint ve İran’a, bir yandan da
İslam dininin doğup gelişmesini sağlayan arap ve Yahudi geleneklerine dayanır.
Böylece, VII. yy. sonlarında doğan Alevilik VIII. ve IX. yy.larda kısa bir süre
Sünniliğin ağır baskısı yüzünden pek yayılamadı. Ancak X., XI., XII., XIII. ve
özellikle XV. ile XVI. yy.larda hızla gelişti; Anadolu, İran, Türkistan, Mısır,
Yemen, Irak’ta yaygınlaştı ve edebiyat alanında önemli eserlerin yazılmasına
yol açtı. XIV. ve XV. yy.larda, XVI. yy. başlarında Anadolu alevi düşüncesinin
en çok geliştiği (İran’dan sonra) ülke oldu. Alevi inançları, Anadolu’da
özellikle XIII. yy.dan sonra, daha çok halk tarafından tutuldu ve benimsendi.
Alevi inancının
temel ilkeleri: Alevi inancına göre esas olan imamlıktır. İmamlık
Tanrı’dan ve Hz. Muhammed’den sonra gelen en önemli makamdır. İmamlığın seçimle
değil Tanrı buyruğuyla ve Hz. Muhammed soyundan gelen birine verilmesi şarttır.
Ali’nin imamlığı tanrısaldır. İmamlık babadan oğula geçer, seçimle değil soy
ile, verasetle ilgilidir. İmam, yeryüzünde Tanrı’nın temsilcisi, Tanrı’ya en
yakın kimsedir. Tanrı, Ali’de insan biçimine girdiği için ölümsüzdür. Sözleri,
buyrukları tartışmasız geçerlik taşır. Bu bakımdan Tanrı’yı sevmek Ali’yi,
Ali’yi sevmek Tanrı’yı sevmektir. Ali’yi sevmeyen Tanrı’yı, Tanrı’yı sevmeyen
Ali’yi sevmiyor demektir. Ali’yi seveni sevmek, sevmeyeni sevmemek gerekir
(tevella ve teberra). Ali’den sonra imamlık onun evladına geçmiştir. Gerçek
imamlar on ikidir. İlk imam Ali, son imam onun torunu Mehdi’dir. Mehdi
ölmemiştir, sırlara karışmış, günün birinde tanrısal bir buyrukla ortaya çıkıp
görevine başlayacak, insanları doğru yola iletecek, kötülüklerden koruyacaktır.
İmamlık makamı kutsaldır. İmam suç işlemez, eksik iş yapmaz, o her türlü
suçtan, eksiklikten arınmıştır, masumdur. Bu yüzden imamın sözü bir bakıma
tanrının sözüdür. Çünkü on iki imamın her birinin ayrı bir kutsallığı vardır.
Değişik kollara ayrılan aleviler genellikle İslam dininin Kur’an ile bildirilen
bütün ilkelerine, “sahih” saydıkları hadislere inanırlar. Tanrı’nın birliğini,
Hz. Muhammed’in resullüğünü kabul ederler. Sünni mezheplerin hiç birine inanmazlar.
Hz. Muhammed’in mezarını, imamların makamlarını ziyaret ederler. Bazı aleviler
hacca gider, İslam dininin anlayışları, ibadet kuralları değişiktir. Gene bazı
aleviler namaz kılar, oruç tutar. İnsanı tanrı ile bir sayan, arada ayrılık
görmeyen, ruh göçüne inanan, kıyamete, ahrete inanmayan aleviler İslam dininin
gerekli gördüğü ibadetlerin hiç birini yapmazlar. Bunlar alevi inançlarını,
Ali-Allahi görüşünü, Mehdi efsanesini aşırılığa vardıran, beş duyu ile
algılanan dünyanın dışında bir gerçek, maddenin ötesinde yaratıcı bir güç
tanımayan alevilerdir. Aleviler kadın-erkek ayırımı yapmadan, içkili sazlı
toplantılar düzenler. Ancak bu toplantılarda genel ahlak kurallarının dışına
çıkılmaz. Bu konuda aleviler için ileri sürülen genel ahlak kurallarının
dışında kalan davranışlar, koyu şeriatçıların ortaya attığı birer söylenti
olmaktan öteye geçemez.
Alevi törenleri:
Alevi adı altında toplanan Şiilik, Bektaşilik ve Kızılbaşlık gibi kolların özel
törenleri, toplantıları vardır. Bu kolların hepsinde Hüseyin’in Kerbela’da
öldürüldüğü 10 muharrem günü matem günüdür, kutsaldır. Şiiler o gün özel anma
törenleri düzenler, dövünür, ağlar, yakınırlar. Kızılbaş ve Bektaşiler bu günün
acısını duyar, çeker fakat dövünmezler. Alevi törenlerinin en büyüğü kadınların
da katıldığı ayini cem’dir. Bu tören Cuma günleri düzenlenir. Ayini cem’in
küçüğüne “dernek” denir. Bu toplantılar sazlı-sözlü, içkili olur. Özel zikirler
edilir. Töreni yöneten dede tarafından bir sure veya ayet okunur. Ayrıca Cem
ayininden başka “görgü ayini” canlardan birinin öbüründen şikâyet etmesi
üzerine, bir tür sorguya çekme niteliğinde olan “sorgu ayini” düzenlenir. Bunda
suçlu görülene, alevi inançları gereğince ceza uygulanır. Ancak bu töreni daha
çok Bektaşiler düzenler. Nevruz hem bahar bayramı, hem de Ali’nin doğum günü
olarak kabul edildiği için genellikle kutsal sayılır, o gün de özel törenler
yapılır.
Alevilerde on iki imamın adına düzenlenen veya on iki
sayısının taşıdığı özel öneme dayanan on iki hizmet vardır; pirlik, halifelik,
mürşitlik, zakirlik, cemiyet başıcılık, nakibilik, hadimlik, çerağcılık,
gözcülük, tarikatçılık, sakalık, ferraşlık. Bu hizmetlerin her birinin ayrı bir
özellik ve önemi vardır. Hizmetler, görevlinin manevi derecesine, bilgi
alanındaki yetkisine, tarikat içindeki mertebesine göre sıralanır. Törenlerde
bu hizmetle görevli olanların ayrı işleri ve yerleri vardır. Alevilerde durumu
elverişli olup hacca gidenler için Ali’yi ziyaret şarttır. Kâbe yerine yalnız
Necef’te Ali’nin makamını ziyaret etmekle yetinen, sonra Kerbela, Kazimiye,
Samerra ve Meşhed illerini, orada yatan alevi büyüklerini ziyaret eden de hacı
sayılır.
Ali’ye bağlandığı için alevi sayılan bazı tarikatlarda,
özellikle batıni bir nitelik taşıyanlarla saç , sakal, kaş, bıyık kesme
anlamına gelen car-darb geleneği vardır.
Aleviliğin kolları:
Bunların başında Şiilik, Bektaşilik ve Kızılbaşlık gelir. Zeydiye, Muteviliye,
İsmailiye gibi, bazı inançları İslam dininin özüne aykırı olan mezhepler de
alevidir. Hasan Sabbah tarafından kurulan ve sonradan Batıniye adını alan
ihtilalci mezhebi de alevi sayanlar vardır. Aleviliğin Anadolu’da benimsenen
kolu Bektaşilik ve Kızılbaşlık adlı kollarıdır. Bu kollar daha çok edebiyat
(özellikle şiir ) aracılığıyla yayılmış ve gelişmiştir. Yunus Emre’den Pir
Sultan Abdal’a gelen alevi şairlerin, özellikle halk diliyle Türkçe şiirler
yazan Hatayi’nin (öl. 1524) bunda büyük etkisi olmuştur. Alevi inançları
Anadolu’da olduğu gibi İran’da daha çok şairler tarafından geliştirilmiş, gene
edebiyat aracılığıyla çevre ülkelere yayılmıştır.
Alevilerin büyük tanıdıkları yedi şair, Nesimi, Fuzuli,
Hatai, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Yemini, Virani’dir. Bunlardan Nesimi ve
Fuzuli dışındakiler tam batınidirler. Alevi-Bektaşi edebiyatı, Azmi(XVI. yy.),
Kul Nesimi (XVII. yy.), Abdal (XVII. yy.), Kazak Abdal (XVII. yy.), Mir’ati
(XIX. yy.) Türabi (XIX. yy.), Edip Harabi (XIX. yy.) gibi birçok şair
yetiştirmiştir. Aralarında yetişen birçok da kadın şair vardır: Emine Mükerrem,
Şaziye Şazi, Hürmüz Hanım, Şeref Bacı.”Erenler Nutku” sayılan bir kısım
şiirler, başkalarının duymaması için gizlenmiştir. Alevilerin Büyük
Buyruk’larına bazı nefesleri alınmış olan Pir Sultan Abdal’ın (XVI. yy.) Banaz
köyündeki evi ve şairin Horasan’dan getirdiğine inanılan taş ve taşın yanındaki
söğüt ağacı bugün bile ziyaret edilir. Alevilerin kendi inanç geleneklerini
dibe getiren şiirlerde Hz. Ali’ye çok geniş yer verilir.
Yollarını müstakil bir din ve İslamiyetin esası sayan
Aleviler, Peygamber, Ali, on iki imam ve Hacı Bektaş’ı kendi yorumcu ve
düşünürleri sayarlar.
-->
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder