5 Temmuz 2013 Cuma

Alevilik


Ali’yi diğer sahabeden ve üç halifeden üstün tutan mezhep ve buna bağlı tarikatların ortak adı.

Hz. Muhammed’den sonra, halifelik ve imamlık makamına Ebubekir’in değil, Ali’nin geçmesini savunanlara, Ebubekir’in halifeliğini(imamlığını) kabul edenler “Ali’ye mensup”, inancı bakımından “Ali taraflısı” anlamına alevi dediler. Alevilik, halifelikte Ali’nin hakkının yendiğini, Ebubekir’in halife seçilmesinin Hz. Muhammed’in yoluna ve şahsına ihanet olduğu iddiasını yansıtır. Aleviler, Ali’nin halifeliği için birçok sebep öne sürüyorlardı. Onlara göre Ali, peygamberin tabii olarak varisiydi. Her şeyden önce, Müslümanlığı ilk kabul eden oydu. Hz. Muhammed’in amcasının oğluydu. Damadıydı. İslam savaşlarının kahramanıydı. Yaşadığı sürece Hz. Muhammed’in en yakın yardımcısıydı. Onun bütün işlerine bakardı. Hz. Muhammed Ali’ye olan sevgisini, güvenini birçok hadisinde bildirerek dolaylı bir şekilde kendisinden sonra Ali’nin imam olması gerektiğini ümmetine bildirmişti. Bu görüşe inananlar Ali’nin yerine imamlığa Ebubekir’in sonra da Ömer’in ve Osman’ın getirilmesini Hz. Muhammed’in yoluna aykırı ve batıl kabul ettiler. “Batıl” (şeriat kurallarına, peygamber sünnetine uygun olmayan) ile savaşmayı bir din görevi saydılar. Aleviler, Ali’de öbür halifelerde bulunmayan bazı tanrısal nitelikler ve özellikler olduğuna inanıyorlardı. Bu görüşü ve inancı ileri götürerek, Tanrı’nın Ali’nin varlığında insan suretinde görünüş alanına çıktığını, onun bir tanrı-insan olduğunu söyleyenler bile çıktı. Bunlara Ali-Allahiler dendi. Onlara göre Ali ve Ali soyundan gelenler (On iki imam) kutsaldı. Uluhiyet hulul yoluyla Ali’nin varlığına karışmıştı. Bu görüş, bir yandan İslam dini, içinde değişik inanç gruplarının doğmasına öte yandan birtakım siyasi ayrılık ve birleşmelere yol açtı.
Ali’nin ölümünden sonraki gelişmeler, özellikle Kerbela olayı, Hüseyin’in öldürülmesi, alevi topluluğunun siyasi bir görüş çevresinde toplanmasına yol açtı. Sonraları Şia(Şiilik) adını alan ve daha çok İran’da gelişen alevi mezhebinin özünü besleyen, bu olaylar zinciri oldu. Alevilik, İran’dan gelen eski din görüşleriyle karıştı. İslam dininin doğuşu karşısında eski dinlerinin zamanla sarsılacağını, İslam ordularının ilerlemesi, bazı doğu ülkelerini ele geçirmesi sonucu bağımsızlığını kaybedeceğini anlayan İranlılar İslamlığın içinde doğan ve gelişen bu görüşü eski din ve siyasetleriyle kaynaştırarak benimsediler. Bundan alevi inancının üç önemli dalından biri olan şii(şia) kolu doğdu. Alevi inancı bu ad altında İran’da hızla gelişti. Kısa bir süre içinde yeni bir mezhep niteliği kazandı. Bu inanca ruhun bedenden bedene geçişini (tenasuh) kabul eden hint inançları da İran etkisiyle karıştı. Alevi inançları bir yandan eski Anadolu’ya, bir yandan Hint ve İran’a, bir yandan da İslam dininin doğup gelişmesini sağlayan arap ve Yahudi geleneklerine dayanır. Böylece, VII. yy. sonlarında doğan Alevilik VIII. ve IX. yy.larda kısa bir süre Sünniliğin ağır baskısı yüzünden pek yayılamadı. Ancak X., XI., XII., XIII. ve özellikle XV. ile XVI. yy.larda hızla gelişti; Anadolu, İran, Türkistan, Mısır, Yemen, Irak’ta yaygınlaştı ve edebiyat alanında önemli eserlerin yazılmasına yol açtı. XIV. ve XV. yy.larda, XVI. yy. başlarında Anadolu alevi düşüncesinin en çok geliştiği (İran’dan sonra) ülke oldu. Alevi inançları, Anadolu’da özellikle XIII. yy.dan sonra, daha çok halk tarafından tutuldu ve benimsendi.
Alevi inancının temel ilkeleri: Alevi inancına göre esas olan imamlıktır. İmamlık Tanrı’dan ve Hz. Muhammed’den sonra gelen en önemli makamdır. İmamlığın seçimle değil Tanrı buyruğuyla ve Hz. Muhammed soyundan gelen birine verilmesi şarttır. Ali’nin imamlığı tanrısaldır. İmamlık babadan oğula geçer, seçimle değil soy ile, verasetle ilgilidir. İmam, yeryüzünde Tanrı’nın temsilcisi, Tanrı’ya en yakın kimsedir. Tanrı, Ali’de insan biçimine girdiği için ölümsüzdür. Sözleri, buyrukları tartışmasız geçerlik taşır. Bu bakımdan Tanrı’yı sevmek Ali’yi, Ali’yi sevmek Tanrı’yı sevmektir. Ali’yi sevmeyen Tanrı’yı, Tanrı’yı sevmeyen Ali’yi sevmiyor demektir. Ali’yi seveni sevmek, sevmeyeni sevmemek gerekir (tevella ve teberra). Ali’den sonra imamlık onun evladına geçmiştir. Gerçek imamlar on ikidir. İlk imam Ali, son imam onun torunu Mehdi’dir. Mehdi ölmemiştir, sırlara karışmış, günün birinde tanrısal bir buyrukla ortaya çıkıp görevine başlayacak, insanları doğru yola iletecek, kötülüklerden koruyacaktır. İmamlık makamı kutsaldır. İmam suç işlemez, eksik iş yapmaz, o her türlü suçtan, eksiklikten arınmıştır, masumdur. Bu yüzden imamın sözü bir bakıma tanrının sözüdür. Çünkü on iki imamın her birinin ayrı bir kutsallığı vardır. Değişik kollara ayrılan aleviler genellikle İslam dininin Kur’an ile bildirilen bütün ilkelerine, “sahih” saydıkları hadislere inanırlar. Tanrı’nın birliğini, Hz. Muhammed’in resullüğünü kabul ederler. Sünni mezheplerin hiç birine inanmazlar. Hz. Muhammed’in mezarını, imamların makamlarını ziyaret ederler. Bazı aleviler hacca gider, İslam dininin anlayışları, ibadet kuralları değişiktir. Gene bazı aleviler namaz kılar, oruç tutar. İnsanı tanrı ile bir sayan, arada ayrılık görmeyen, ruh göçüne inanan, kıyamete, ahrete inanmayan aleviler İslam dininin gerekli gördüğü ibadetlerin hiç birini yapmazlar. Bunlar alevi inançlarını, Ali-Allahi görüşünü, Mehdi efsanesini aşırılığa vardıran, beş duyu ile algılanan dünyanın dışında bir gerçek, maddenin ötesinde yaratıcı bir güç tanımayan alevilerdir. Aleviler kadın-erkek ayırımı yapmadan, içkili sazlı toplantılar düzenler. Ancak bu toplantılarda genel ahlak kurallarının dışına çıkılmaz. Bu konuda aleviler için ileri sürülen genel ahlak kurallarının dışında kalan davranışlar, koyu şeriatçıların ortaya attığı birer söylenti olmaktan öteye geçemez.
Alevi törenleri: Alevi adı altında toplanan Şiilik, Bektaşilik ve Kızılbaşlık gibi kolların özel törenleri, toplantıları vardır. Bu kolların hepsinde Hüseyin’in Kerbela’da öldürüldüğü 10 muharrem günü matem günüdür, kutsaldır. Şiiler o gün özel anma törenleri düzenler, dövünür, ağlar, yakınırlar. Kızılbaş ve Bektaşiler bu günün acısını duyar, çeker fakat dövünmezler. Alevi törenlerinin en büyüğü kadınların da katıldığı ayini cem’dir. Bu tören Cuma günleri düzenlenir. Ayini cem’in küçüğüne “dernek” denir. Bu toplantılar sazlı-sözlü, içkili olur. Özel zikirler edilir. Töreni yöneten dede tarafından bir sure veya ayet okunur. Ayrıca Cem ayininden başka “görgü ayini” canlardan birinin öbüründen şikâyet etmesi üzerine, bir tür sorguya çekme niteliğinde olan “sorgu ayini” düzenlenir. Bunda suçlu görülene, alevi inançları gereğince ceza uygulanır. Ancak bu töreni daha çok Bektaşiler düzenler. Nevruz hem bahar bayramı, hem de Ali’nin doğum günü olarak kabul edildiği için genellikle kutsal sayılır, o gün de özel törenler yapılır.
Alevilerde on iki imamın adına düzenlenen veya on iki sayısının taşıdığı özel öneme dayanan on iki hizmet vardır; pirlik, halifelik, mürşitlik, zakirlik, cemiyet başıcılık, nakibilik, hadimlik, çerağcılık, gözcülük, tarikatçılık, sakalık, ferraşlık. Bu hizmetlerin her birinin ayrı bir özellik ve önemi vardır. Hizmetler, görevlinin manevi derecesine, bilgi alanındaki yetkisine, tarikat içindeki mertebesine göre sıralanır. Törenlerde bu hizmetle görevli olanların ayrı işleri ve yerleri vardır. Alevilerde durumu elverişli olup hacca gidenler için Ali’yi ziyaret şarttır. Kâbe yerine yalnız Necef’te Ali’nin makamını ziyaret etmekle yetinen, sonra Kerbela, Kazimiye, Samerra ve Meşhed illerini, orada yatan alevi büyüklerini ziyaret eden de hacı sayılır.
Ali’ye bağlandığı için alevi sayılan bazı tarikatlarda, özellikle batıni bir nitelik taşıyanlarla saç , sakal, kaş, bıyık kesme anlamına gelen car-darb geleneği vardır.
Aleviliğin kolları: Bunların başında Şiilik, Bektaşilik ve Kızılbaşlık gelir. Zeydiye, Muteviliye, İsmailiye gibi, bazı inançları İslam dininin özüne aykırı olan mezhepler de alevidir. Hasan Sabbah tarafından kurulan ve sonradan Batıniye adını alan ihtilalci mezhebi de alevi sayanlar vardır. Aleviliğin Anadolu’da benimsenen kolu Bektaşilik ve Kızılbaşlık adlı kollarıdır. Bu kollar daha çok edebiyat (özellikle şiir ) aracılığıyla yayılmış ve gelişmiştir. Yunus Emre’den Pir Sultan Abdal’a gelen alevi şairlerin, özellikle halk diliyle Türkçe şiirler yazan Hatayi’nin (öl. 1524) bunda büyük etkisi olmuştur. Alevi inançları Anadolu’da olduğu gibi İran’da daha çok şairler tarafından geliştirilmiş, gene edebiyat aracılığıyla çevre ülkelere yayılmıştır.
Alevilerin büyük tanıdıkları yedi şair, Nesimi, Fuzuli, Hatai, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Yemini, Virani’dir. Bunlardan Nesimi ve Fuzuli dışındakiler tam batınidirler. Alevi-Bektaşi edebiyatı, Azmi(XVI. yy.), Kul Nesimi (XVII. yy.), Abdal (XVII. yy.), Kazak Abdal (XVII. yy.), Mir’ati (XIX. yy.) Türabi (XIX. yy.), Edip Harabi (XIX. yy.) gibi birçok şair yetiştirmiştir. Aralarında yetişen birçok da kadın şair vardır: Emine Mükerrem, Şaziye Şazi, Hürmüz Hanım, Şeref Bacı.”Erenler Nutku” sayılan bir kısım şiirler, başkalarının duymaması için gizlenmiştir. Alevilerin Büyük Buyruk’larına bazı nefesleri alınmış olan Pir Sultan Abdal’ın (XVI. yy.) Banaz köyündeki evi ve şairin Horasan’dan getirdiğine inanılan taş ve taşın yanındaki söğüt ağacı bugün bile ziyaret edilir. Alevilerin kendi inanç geleneklerini dibe getiren şiirlerde Hz. Ali’ye çok geniş yer verilir.
Yollarını müstakil bir din ve İslamiyetin esası sayan Aleviler, Peygamber, Ali, on iki imam ve Hacı Bektaş’ı kendi yorumcu ve düşünürleri sayarlar.
-->

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder